3 Nisan 2018 Salı
ÇOKLU ZEKA 3
Tüm bu soruları şu başlıklar altında inceleyebiliriz:
2.2.1. Zekâ Türleri Nasıl Keşfedildi?
Çoklu Zekâ Teorisi daha önce de değinildiği gibi Howard Gardner’ın 2000 yılına kadar başkanlığını üstlendiği Harvard Üniversitesi’nin ‘0 Projesi’ olarak adlandırılan bilişsel araştırma projesi ve Boston Üniversitesi’nde yaptığı çalışmalar sonucunda ortaya çıkmıştır. Bu kapsamlı çalışmalarda normal ve üstün zekâlı çocuklarda bilişsel potansiyellerin gelişimi ve beyindeki hasarlardan doğan Çoklu Zekâ Teorisi daha önce de değinildiği gibi Howard Gardner’ın 2000 yılına kadar başkanlığını üstlendiği Harvard Üniversitesi’nin ‘0 Projesi’ olarak adlandırılan bilişsel araştırma projesi ve zekâ bozukları araştırılmıştır. Bu araştırmalar sonucu zekâ olarak adlandırılacak özelliklerin aşağıdaki ölçütlere uyması gerektiği vurgulanmaktadır:
Biyolojik Kaynak: Vücut hareketleri başkalarıyla iletişim, hayal kurma, ritimler ve sesin kullanımı gibi belirli bilme ve problem çözme yollarına biyolojik/psikolojik olarak eğilimi.
Evrensel Olma: Eğitimsel ve sosyo-ekonomik şartlar ne olursa olsun her bir belirli bilme ve problem çözme yolu tüm kültürlerde görülmektedir. Bununla birlikte bir zekânın kökleri insanoğlunun ilk dönemlerine dayanmaktadır.
Bir Becerinin Kültürel Anlamda Değer Bulması: Her bir belirli bilme yolu insan kültürü tarafından desteklenmekte, kuvvetlendirilmekte ve nesilden nesile miras olarak aktarılmaktadır. Örneğin, dil gelişimi bir kültürde yazı yazmakken bir diğerinde hiyeroglif, bir başkasındansa söz söyleme sanatıdır. Bununla beraber her bir kültürde formel (biçimsel) dil kullanımı bireyin eğitim ve sosyalleşme sürecinin önemli bir parçası olarak algılanmaktadır.
Tanımlanabilir Nörolojik Temel: Her bir zekâ için beyinde tanımlanabilen, içeriden veya dışarıdan gelen bilgilerle tetiklenebilen ve etkileştirilebilen bir çekirdek işlem ya da işlemler kümesi bulunmaktadır. Örneğin beynin ses perdeleri ve ton’a algılamadaki duyarlılığında müziksel/ritmik zekânın bir nörolojik çekirdeği görülebilmektedir. Bir zekâ deneysel psikoloji ve geleneksel IQ değerlendirme yöntemleriyle test edilebilmektedir.
Sembolik Yollarla Sunulabilme Özelliği: Her bir zekâ sembollerle ya da harf, resim, müzik ve numara sembolleri gibi kültür kaynaklı anlam sistemleriyle kodlanabilir. Zekânın aktarılmasının ve öğretilmesinin özünde bu özellik yatmaktadır (Lazear, 1991).
Özet olarak zekâların, belirli bir zekânın alışılmadık ölçülerde bulunduğu üstün zekâlılar gibi grupların varlığından, zekâların beynin belirli bölgelerindeki yerlerinin saptanmasına, bir simge sistemini çözmeye yatkın olmaya kadar uzanan bu ölçütlere göre değerlendirilmeleri gerekmektedir. Gardner, bu ölçütlerle zekâ çerçevesine bir sınır getirmektedir. Ancak çizilen bu sınırdan, günümüzde belirlenmiş ve kabul gören zekâ türlerinin dışında başka zekâ olmadığı veya olmayacağı anlaşılmamalıdır. Çünkü Gardner teoriyi ilk tanımladığında 7 zekâ türü olduğunu öne sürerken günümüzde ‘Doğa Zekâsı’nın da katılmasıyla bu sayı sekiz’e yükselmiştir. Hatta şu sıralarda varoluşluk (existentialist) zekâsının da bu listeye katılacağı söylenmektedir (Checkley, 1997).
Zekâların sürekli bir gelişim dinamizmine sahip oldukları göz önünde bulundurulduğu sürece bir kişinin: “Benim müziksel zekâm baskın, onun için ben müziksel açıdan zeki bir insanım. Ancak matematiksel ve mantıksal zekâm güçlü değil ve bu yönden zeki birisi değilim” gibi cümleler kurması sakıncalıdır. Zekâların gelişim süreçleri hayat boyu devam ettiği için böyle sınırlar koymanın bir anlamı yoktur. Bu bağlamda Armstrong, bir kişinin belli bir zekâ alanında gelişip gelişmemesinin başlıca dört etkene ve bu dört etkenin birbirleriyle olan etkileşimlerine bağlı olduğunu vurgular ve bu etkenleri şöyle sıralar: Biyolojik nitelik, kişisel hayat hikâyesi, tarihsel ve kültürel özgeçmiş ve kristalleştirici veya felce uğratıcı deneyimler(Armstrong’dan aktaran Saban, 2001).
Biyolojik Nitelik: Bir bireyin genetiksel ve kalıtımsal olarak taşıdığı izler ile bu bireyin beyninde doğumdan önce, doğum sırasında veya doğumdan sonra meydana gelen tahripleri bu niteliği oluşturur. Örneğin, bir anne adayının gebelik esnasında sağlığa zararlı olan içki, sigara veya çeşitli uyuşturucu maddeleri kullanması anne karnındaki çocuğun beynini zedeler.
• Kişisel hayat hikâyesi: Bir bireyin ailesiyle, arkadaşlarıyla ve çevresindeki insanlarla etkileşimi sonucu zekâ çeşitleri olumlu ya da olumsuz bir biçimde şekillenmektedir. Bu şekillenme süreci kişisel hayat hikâyesi olarak adlandırılmaktadır. Köyde yaşayan bir insan, doğayla iç içe olması nedeniyle şehirde yaşayan bir insana göre doğa zekâsını geliştirmek için daha fazla fırsata sahiptir.
• Tarihsel ve kültürel özgeçmiş: Bireyin zekâ gelişiminin şekillenmesinde önemli bir rol üstlenen diğer etken de bireyin içinde yaşadığı kültür ve dönemdir. Örneğin, eğer bir birey öğretim programı dışındaki sosyal etkinliklerin maddi ve manevi olarak desteklendiği bir dönemde tiyatroculuğa karşı doğal bir ilgi duyduysa, muhtemelen bu bireyin sosyal ve bedensel zekâ alanlarının gelişimi aynı fırsatı bulamayan başka bir bireye göre daha iyi olacaktır.
• Kristalleştirici veya felce uğratıcı deneyimler: Bir bireyin çoklu zekâ alanlarının gelişiminde ‘kristalleştirici deneyimler’ ve ‘felce uğratıcı deneyimler’ olmak üzere iki anahtar süreçten söz etmek mümkündür. Kişinin yeteneklerinin ve potansiyellerinin gelişiminde ‘dönüm noktaları’ sayılabilecek deneyimler, kristalleştirici deneyimler olarak adlandırılır. Bu deneyimler, daha çok, bireyin çocukluk döneminde gerçekleşir. Üstün zekâlı olarak bilinen ve kabul edilen dünyadaki birçok kişinin hayat hikâyesi incelendiğinde birtakım basit deneyimlerin, onların çalışmalarını veya performanslarını ne kadar çok etkilediği görülecektir.
Öte yandan, felce uğratıcı deneyimler ise kristalleştirici deneyimlerin aksine, bireyde var olan zekâ potansiyellerini söndüren, körelten deneyimlerdir. Felce uğratıcı deneyimler, genellikle bir bireyin belirli bir zekâ alanının sağlıklı gelişmesini engelleyen utanma, aşağılanma, suçluluk duygusu, korku ve kızgınlık gibi olumsuz duygularla doludur.
2.2.2. Çoklu Zekâ Alanları Nelerdir?
Zekânın nasıl keşfedildiğini açıkladıktan sonra zekâ alanlarını açıklamak ve bu alanların neleri kapsadığı üzerinde durmayı uygun gördük. Çoklu zekânın eğitim de kullanılması esnasında altta ki zekâ bölümlerinin üstteki sorulara cevap veriyor olması eğitimin planlanması aşamasında önem arz etmektedir. (Şekil 2)
(Süleyman Tarman, 1997)
2.2.2.1. Sözel-Dilsel Zekâ
Bu zekâ türü genelde dille ilgilidir. Bu zekâ türünü genel anlamda kelimeleri hem sözlü hem de yazılı olarak etkin bir biçimde kullanma becerisi olarak da adlandırabiliriz. Kelimelerle düşünme ve ifade etme, dildeki karmaşık anlamları değerlendirme, simgesel düşünme, kavram oluşturma, şiir okuma, mizah, hikâye anlatma, dil bilgisi, mecazi anlatım, benzetme ve yazma gibi karmaşık olayları içeren bu zekâ türü insanlar arasında en yaygın olanıdır. Şairler, yazarlar, hatipler, hukukçular ve siyasetçiler genelde bu zekâ türünün baskın olduğu kişilerdir.
Bu zekâ türüne sahip öğrenciler öğrenmede daha çok kitaplara, teyplere, yazma araç ve gereçlerine, görüşme ve tartışma etkinliklerine, konuşma ve dinleme araç ve gereçlerine gereksinim duyar ve kelimelerle oynayarak, yazarak, okuyarak, konuşarak, mizahı kullanarak, ikna etme etkinliklerinde bulunarak daha iyi öğrenirler. Birçok öğretmenin fazlasıyla başvurduğu anlatım yöntemi, hikâyeleştirme, beyin fırtınası, ses kayıt cihazları, günlük tutma ve yapılan çalışmaların yayınlanması, sözel-dilsel zekânın gelişiminde uygulanabilecek öğretim teknikleri ve materyalleri arasında en çok dikkat çekenlerdir (Saban, 2001).
Geleneksel eğitim anlayışının sözel-dilsel ve matematiksel-mantıksal zekâya dayandığı ve ülkemizdeki eğitimin de bu doğrultuda ezberci bir yaklaşımla gerçekleştiği göz önünde bulundurulunca, çocuklarda bu zekâ türünün yeterince uyarıldığı düşünülebilir; ancak bunun tersi görüşlerde söz konusudur. Sistem gereği çoktan seçmeli sınavlara göre kendilerini hazırlayan ve bu doğrultuda koşullanan çocuklar yukarıda da belirtilen anlama, anlatma, dinleme, okuma ve yazma gibi bu zekâ türünün gerektirdiği beceriler konusunda yetersiz kalmaktadırlar. Öte yandan eğitim sistemimiz içerisinde akademik girdiler çocuklara genelde sözlü ve yazılı anlatım yöntemleriyle sunulmakta ve izlenceler büyük ölçüde okumaya dayalı olarak işlenmektedir. Bu yönüyle sözel-dilsel zekâ matematik, fen bilgisi, tarih gibi birçok konuda pasaport görevi üstlenmektedir. Diğer bir anlatımla okuduğunu anlamada ve anladığını aktarmada zayıf olan bir öğrencinin böyle bir eğitim sisteminde başarılı olması da beklenemez (Selçuk, 2002).
Gardner’a göre sözel-dilsel zekânın dört ana elemanı vardır: Ses bilgisi, söz dizimi, anlam ve pragmatik (Gardner’dan aktaran Selçuk, 2002).
Ses Bilgisi (fonoloji): Kelimeleri oluşturan sesleri tanımlayabilmektir.
Söz Dizimi (sentaks): Dilin yapısını, dilbilgisi kurallarını ve kelimelerin sıralanma biçimlerini içerir.
Anlam Bilgisi (semantik): Cümlelerin yapıtaşları olan kelimelerin anlamlarını tanımlayabilmek ve bu anlamlar çerçevesinde insanlarla etkileşime girmekle ilgilidir.
Edim bilim (pragmatik): Doğrudan dilin yapısıyla, kelime dizimiyle değil de bireyin dili bir amaca yönelik olarak nasıl kullandığı ile ilgilidir.
2.2.2.2. Mantıksal-Matematiksel Zekâ
Kısaca sayıları etkin bir şekilde kullanma, mantık yürütme zekâsı olarak adlandırılan bu zekâ türü bilimsel düşünme, nesnel gözlem yapma, verilerden sonuç çıkarma, yargıya varmak, hipotez kurma gibi yetenekleri içerir. Bu zekâ türünü etkin bir şekilde kullanan öğrenciler en iyi, nesneleri belli sınıflara ayırarak, olaylar arasında mantıksal ilişkiler kurarak, nesnelerin belli özelliklerini niceliksel olarak sayısallaştırıp, hesaplayarak ve olaylar arasındaki bir takım soyut ilişkiler üzerinde yorumlar getirerek öğrenirler. Bilim adamları, matematikçiler, bilgisayar programcıları, muhasebeciler, avukatlar ve bankacılar bu zekânın baskın bir şekilde gözlemlenebileceği kişilerdir.
Her ne kadar mantıksal- matematiksel zekâ denince akla fen bilgisi ve matematik dersleri gelse de günümüzde öğrencilerdeki eleştirel düşünme becerilerinin geliştirilmesi gerektiği inancının gittikçe önem kazanması, bu zekâ alanının sosyal bilimler üzerindeki etkisini göstermektedir. Bu bağlamda mantıksal-matematiksel zekânın çerçevesinin daraltıldığını, anne-baba ve öğretmenlerin bu zekâ türünün işlevlerini basit matematik problemler çözmek gibi dar bir alana hapsettiklerini belirtmekte yarar vardır. Aslında bu zekâ türü, insan ilişkilerindeki çatışmaların çözülmesi, psikolojik sorunlarla baş etme, mutlu olma, seçimlerini doğru yapma, eleştirel düşünme gibi birçok önemli konuda oldukça etkilidir (Selçuk, 2002).
Ölçme ve hesaplama yapma, sokratik sorgulama, sınıflandırma, benzerlik nedir? Fark nedir? Bilimsel düşünme mantığı stratejileri, öğrencilerdeki mantıksal-matematiksel zekâ alanının gelişimini destekleyen öğretim stratejilerindendir (Saban, 2001).
2.2.2.3. Görsel-Uzamsal Zekâ
Görsel- uzamsal zekânın temelini, görme duyusu ve buna bağlı olarak şekiller tasarlama ve zihinde resimler oluşturma yeteneği oluşturmaktadır. Üç boyutlu düşünebilme yeteneği de diyebileceğimiz bu zekâ alanı, en saf haliyle hayal dünyasının derinliklerine dalan kendilerini görünmezmiş gibi kabul ederek hareket eden ve kendilerini gizemli zamanlara ve yerlere doğru yolculuk ediyormuş gibi kabul eden çocuklarda gözlemlenebilir. Bu zekâ türünü, düşünce ve duygularımızı ifade etmek için resimler çizdiğimizde, varmak istediğimiz bir yere ulaşmada elimizdeki haritayı başarıyla kullandığımızda, satranç gibi farklı derinlik ve açılardan görmeyi gerektiren oyunları oynadığımızda, bir başkasının beden dilini yorumladığımızda kullanırız.
Gardner görsel-uzamsal zekâ alanının ana elamanı olarak aşağıdaki üç beceriyi ileri sürer:
Nesneleri doğru bir şekil de algılamak.
Bir nesneyi uzayda hareket ediyor gibi hayal ederek ya da başka birinin perspektifinden resimleyerek yönlendirmek.
Birinin algılarını iki ya da üç boyutlu somut örnekler halinde transfer etmek (Gardner’dan aktaran Selçuk, 2002).
Görsel-uzamsal zekâsı baskın olan insanlar yer, zaman renk, çizgi, biçim ve desen gibi olgulara ve bu olgular arasındaki ilişkilere karşı aşırı duyarlı oldukları için en iyi biçimde varlıkları, olayları veya olguları görselleştirerek ya da resimlerle, çizgilerle ve renklerle çalışarak öğrenirler.
Ressamlar, mimarlar, dekoratörler, fotoğrafçılar bu zekâ yönü baskın olan insanlardandır. Bu bağlamda, öğrencilerin görsel-uzamsal zekâlarını etkin kılan öğretim teknikleri şöyle örneklendirilebilir: hayal gücüyle görselleştirme, sınıf panoları oluşturma, gruplar halinde fotoğraf veya video projeleri geliştirme, renklendirme, resimlerle benzetme, zihin haritaları ve grafiksel simgeler (Campbell,1994).
2.2.2.4. Müziksel-Ritmik Zekâ
Müziksel- ritmik zekâ, adından da anlaşılacağı gibi müzikteki ritmi, perdeleri ve tonları tanıma, çevreden insanlardan ve müzik aletlerinden gelen seslere karşı duyarlı olma becerilerini içerir. Diğer bir deyişle bu zekâ alanı bireyin müziksel olarak düşünmesi ve belli bir olayın oluş biçimini, gidişatını veya düzenini müziksel olarak algılaması, yorumlaması ve iletişimde bulunması olarak tanımlanabilir. Müziksel-ritmik zekâ insan zihninde ilk gelişen zekâ türüdür. Açıkladığımız ve açıklayacağımız tüm zekâ türleri içerisinde beyinde bilinci etkileme güçü en fazla olanı müziksel-ritmik zekâdır (Lazear b,1991).
Stresli ve gergin olduğumuz zamanlarda müziğin bizleri nasıl rahatlattığını, sıkıldığımız anlarda bizleri nasıl canlandırdığını düşününce bu zekâ türünün tüm yönleriyle insanı çepeçevre kuşattığını görmekteyiz. Öte yandan dil kullanımında seslerin harfler aracılığıyla tanımlanması ve müzikte melodilerin notalar aracılığıyla aktarımı bir benzerlik oluşturmaktadır. Bununla birlikte kullanılan dilin daha etkili olabilmesi için dikkat edilmesi gereken unsurlardan birisi tonlama ve vurgudur. Hem tonlama hem de vurgu müziksel-ritmik zekâ alanının içerisine girmektedir; dolayısıyla sözel-dilsel ve müziksel-ritmik zekâlar arsında böyle bir bağ kurmak yanlış olmayacaktır.
Ülkemizde devlet okullarında müzik dersleri için ayrılan sürenin öğretimden çalındığı düşüncesi de göz önünde bulundurulunca bu zekâ üzerinde daha çok durulması gerektiği açıkça gözükmektedir. Müzik yetenekleri hangi düzeyde olursa olsun özellikle çocuklar için müziksel-ritmik zekâ öğrenme açısından göz ardı edilmemesi gereken bir uyarıcıdır .
Çünkü müzik, çocuğun müzik ve dil yeteneğinin gelişmesinde, duygusal ve sosyal gelişiminde, bedensel ve psiko-motor gelişiminde etkili olan bir araçtır .
Öte yandan müziksel-ritmik zekâ kullanımında beynin her iki tarafı da etkinleşmektedir. Müziğin sistemli bir şekilde kullanıldığı durumlarda beynin sol tarafı çalışmaktadır. Örneğin, müzik notalarını okumaya çalışan bir öğrencide beynin sol tarafı etkindir. Beynin sağ tarafı ise sistemli veya sistemsiz bir şekilde sadece zevk almak için müzik dinlendiği zaman etkinleşmektedir (Lazear, 1991a).
Kendilerinde bu zekâ türü baskın olan öğrenciler daha çok ritim; melodi ve müzik aracılığıyla daha iyi öğrenirler ve bu doğrultuda müziği öğretim repertuarına entegre etmeye başlama aşamasında öğretmenlere yardımcı olabilecek stratejiler şöyle sıralanmaktadır: Ritimler, melodiler ve şarkılar, müziksel koleksiyonlar, hafıza müziği, müziksel ton, duygusal müzik (Saban, 2001).
Besteciler, kompozitörler, şarkıcılar bu zekâ türünün yoğun olarak görüldüğü insanlardır.
2.2.2.5. Bedensel-Kinestetik Zekâ
Bedensel-kinestetik zekâ bir aktör, bir sporcu ya da bir dansçı gibi, kişinin düşünce ve duygularını anlatmak için vücudunu ustalıkla kullanma ve bir heykeltıraş gibi ellerini kullanarak yeni şeyler ortaya çıkarma becerileridir. Özellikle çocukların eğitiminde karşımıza çıkan ve uzun zamandır eğitimin çok önemli bir parçası olarak kabul edilen ‘yaparak öğrenme’ ilkesi, bu zekâ alanına yönelik etkinliklerin göz ardı edilmemesi gerektiğini hatırlatmaktadır. Gardner, kinestezinin altıncı duyumuz olduğunu vurgulamaktadır (Gardner’dan aktaran Selçuk, 2002).
Kinestezi, dengeli bir şekilde hareket edebilme ve diğer varlıkların hareketlerini de doğrudan kavrayabilmekle ilgilidir. Bu zekâ türü baskın olan öğrenciler geleneksel eğitim sisteminde sunulduğu şekliyle işitselliğin egemen olduğu sınıf ortamlarında gereksinimlerini karşılayamayacakları için başarılı olamayacaklardır. Bu nedenle dersler içerisinde öğrencilere hareket olanağı sağlayacak etkinliklere yer verilmesi gerekmektedir. Aktörler, palyaçolar ve pandomin oyuncuları bu zekâ türünün baskınlığıyla, insan ruhunu derinden etkilemek için vücudun kavrama, anlama ve iletişim kurmadaki sonsuz olanaklarını en iyi şekilde kullananlardır.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder