18 Temmuz 2022 Pazartesi

 

Maskeli Balo

Sahte zamanlardan geçiyoruz, hepimiz çıkartmaya korktuğumuz maskelerimizle yaşıyoruz…

Biz hangisiyiz; yüzlerimizde ki gülümsemenin yapıştırılmış hali altında ki ağlak suratlı çocuk mu, yoksa bazen gülümseyen, oynayan, öfkelenen, sevinen, iyi kötü yanlarıyla kendini kabul eden ya da yadsıyan ben mi?

Personalar, egolar ile uyumsuz olduğunda arafa düşer insan, inandığı ile yadsıdığı aynı yöne düşerse kayıp olur, gitmek istediği ile hayatın kolaylaştırdığı yol aynı ise mesele yok lakin değilse kendini kandırarak yaşamak kaçınılmaz sonuca götürür; önce araf sonra da cennet bildiği yerin cehennem olduğunu fark etmek…

Bu bile büyük şans; fark etmek

Fark etmek sana yeniden başlama gücünü verebilir. AL ONU ve KULLAN.

Bu sefer maskesiz yaşa ki aynada gördüğün kişi sen olasın.

İşe geldiği gibi değil adil bir yaşam sürmek için yeniden başlamak…

Duymak ve görmek istediklerini selektif ve yanlı bir bakış açısı ile çözer ve bunu fark eden yanını da bastırmaya devam edersen, cehennem sana gelir ve sen yok saysan da sorunu hayat adildir.

Kaçtıklarına yakalanacaksın, bastırdıkların tarafından baskılanacak, yok saydıkların tarafından yoklanacaksın.

Ya kendin olacak ya da kendini içten içe çürüterek yaşayacaksın; her halükarda acı senin acın, mutluluk senin mutluluğun olacak ve aradaki makası kapattığın zaman dinginliğe yakınlaşacaksın.

Maskesiz yaşamak mümkün değil belki lakin içsel çocuğunuzla uyumlu minik bir maske de iş görebilir.

Olmaktır makası kapatmak;

Objektivite insanın doğasına bire bir uyumlu değildir aslında; ister istemez kendi bilgisi, tecrübesi, zihni kadar bakar insan ve en çok da kendine kör bakar.

Kısaca kişi diğerlerine bakmadan kendine bakmayı öğrenmek zorundadır.

Kendini bilmeyen deve başkasının hörgücü ile uğraşır dururJ

Esra Erdoğan

 

8 Ekim 2021 Cuma

 

KURU DAL ve KARNAVAL

Zamanın birinde yaşlı kadın ve oğlu kasabaya gelen karnavalı ziyaret için göle yakın araziye doğru yola çıkarlar.

Vardıklarında kadın arazinin gevşek olduğunu görüp, elindeki kuru dal ile yokladıktan sonra, evlat daha ileri gitmeyelim buranın altı bataklık der.

Delikanlı, karnavalın büyüsüne kapılmış çoktan yolu yarılamıştır bile…

Kadın kıyıda bekleyedursun, genç akşama doğru geri döner ve anne ben âşık oldum der.

Sonra ki günler, karnavaldaki dansçı kıza âşık olan oğlunu beklemekle geçer durur.

Delikanlı bir gün akşam vakti ihtiyar annesinin yanına gelip, '' Artık burada yaşayacağım, beni bekleme '' der ve ilave eder, ''Senin de gelip bu insanlarla tanışman, hemhal olman ve vaktinin çoğunu benimle geçirmendir doğrusu, böyle icap eder'' der.

Kadın kısık bir sesle ''Altı bataklık yavrum'' dedikten sonra bir adım geri çekilir.

Gel zaman git zaman yaşlı ana bataklığın bittiği yerde ki kuru kayaya çadırını kurar ve beklemeye başlar.

Oğlan bir gün gelir ve sitem eder.

''Sen beni bıraktın ana, benim seçtiğim hayata saygı duymalı ve yanımda kalmalıydın.''

Anası elindeki değneğe dayanarak, ''evlat'' der;

''Ben seni bırakmadım, birinin kuru karada kalması gerekliydi.''

''Sen tabi ki seçtiğin hayatı yaşayabilirsin lakin ikimiz de karnavalda eğlenirken bataklık tabiatına uygun davranmaya karar verirse, Sana bu dalı kim uzatacak?''

Esra Erdoğan

26 Eylül 2021 Pazar

 

ACIYOR ANNE?

Ne kadar çok telaffuz ederiz ANNE… Annemiz terliği fırlattığında bile ‘’Acıyor anne’’ diye ağlayışımızda hiçbir terslik yoktur.

Neden olsun ki hep o ilk bağlantı kurduğumuz nesneye döneriz, sığınmak istediğimiz her an.

Anne çoktan ölmüş ya da gerçek annemizi hiç tanımamış da olabiliriz lakin hep bir anne vardır.

Olmak zorundadır.

Baba, nine, bakım evinde ki bir kadın, dede, bize bakan teyze, kendimize yakın bulduğumuz kişiyi anne yerine koyarız.

Anne= Bakım veren ve yaşama tutunmamızı sağlayandır.

İleri ki yaşamımızda da onun yerine ikame edecek başka rol modelleri hayatımıza alır ve çıkarırız.

Ama anne bizde ki öz hali ile toprak altından bile seslenip, hayatımıza yön veren olarak yaşamaya devam eder.

Nedeni mi?

Asıl olan annenin gerçek varlığının yorumlanmasından ziyade bizde ki izdüşümü ile tasarımlamamızdan kaynaklanır. Onun bizde ki tasarımı ise sadece annenin hal tavır ve duygu aktarımının tasarrufunda değildir.

Kafanız karışmasın;

Anne sosyolojik olarak yüzyıllardır her toplumda benzer şekilde tanımlanan bir kavramdır.

Toplumumuzda saçını süpürge eden, ömrünü çürüten hep annelerimizdir ve bu bizim normalimizdir. Kimse annelerimizin de bir birey olduğunu ve onların da kendilerine ait farklı rol ve duygu durumları olabileceği düşünmez.

Anne, annedir işte ve ona biçilen annelik rolü yaşamının tamamını kapsamalıdır. Bu zamanla annenin rolü giyerek toplumun onayını alması ve rahatlaması fakat kendine yabancılaşması ile son bulur.

Kaçınılmaz olarak yaşamın diğer alanları süner, piyanonun aynı tuşlarını kullanmaktan o tuşlar aşınır ve hep aynı melodi yaşamın sesi halini alır.

Bu tını çocuğa ve ailenin diğer bireylerine çoğu açılardan iyi gelirken, anne sıkışıp kaldığı rolden çıkamamış, gerçek kendiliğini inşa edememiş, kendine ve çevreye sinsice yabancılaşan bir bireye dönüşmüştür.

Kendini var edememiş ebeveynler, üstü kapalı faturalandırdıkları geleceklerini de çocuklarına biçerler.

Döngü böylece devam eder.

Kadın, sadece anne olmayarak iyi bir anne olabilir. Bu ironik gerçek doğrultusunda kendini var ettiği kadar evlatlarına pay düşer ve bu bağlamda bakıldığında annelik zor zanaattır.

Boşanmış ailelerin çocuklarında ise anne imgesinin çocukta ki ışık ve gölge taraflarını çocuğun görüştüğü diğer tarafın söylem ve eylemleri de etkiler.

Bu kadar çok değişken altında ki küçük bireylerin kişilik oluşumları ve annenin durumu, kaç cephede savaşması gerektiği takdire şayan bir durumdur ki aynı sebeple kadınlar şu tümceyi çoklukla sarf eder;

Çocuklar var boşanamam.

Bu, şiddet görmelerine, çocuklarının şiddet görmesine rağmen var olmanın yükünden kurtulamayan çünkü var olmanın hafifliğini dayanılmaz bulan kişiler yetiştiren toplumlarda büyütülmüş olmanın  sonucudur.

Toplum dinamikleri böyle işlerken kadının yerini tekrar sorgulaması ve kendi varlığını var ettiklerinden ya da edeceklerinden önce onaması gerekmektedir. Evliliğin kurtuluş olduğu öğretilen içi boş kadınlar yetiştirmeye devam ettiğimiz sürece aynı neslin devamı olan kof çocuklara da hazırlıklı olmamızda fayda var.

Değişim kaçınılmaz biçimde şimdinin ve geleceğin annelerinden gelecektir.

Önce kendini var et ki hayat verdiğin, gözünden sakındığın varlığa da daha iyi bir varlık miras bırakabilesin.

Yazı bitmedi gibi görünüyorsa doğrudur, devamını ben değil anneler yazacak.

Uzm. Psk. Esra Erdoğan