ACIYOR ANNE?
Ne kadar çok telaffuz ederiz ANNE… Annemiz terliği
fırlattığında bile ‘’Acıyor anne’’ diye ağlayışımızda hiçbir terslik yoktur.
Neden olsun ki hep o ilk bağlantı kurduğumuz nesneye
döneriz, sığınmak istediğimiz her an.
Anne çoktan ölmüş ya da gerçek annemizi hiç tanımamış da
olabiliriz lakin hep bir anne vardır.
Olmak zorundadır.
Baba, nine, bakım evinde ki bir kadın, dede, bize bakan
teyze, kendimize yakın bulduğumuz kişiyi anne yerine koyarız.
Anne= Bakım veren ve yaşama tutunmamızı sağlayandır.
İleri ki yaşamımızda da onun yerine ikame edecek başka rol
modelleri hayatımıza alır ve çıkarırız.
Ama anne bizde ki öz hali ile toprak altından bile seslenip,
hayatımıza yön veren olarak yaşamaya devam eder.
Nedeni mi?
Asıl olan annenin gerçek varlığının yorumlanmasından ziyade
bizde ki izdüşümü ile tasarımlamamızdan kaynaklanır. Onun bizde ki tasarımı ise
sadece annenin hal tavır ve duygu aktarımının tasarrufunda değildir.
Kafanız karışmasın;
Anne sosyolojik olarak yüzyıllardır her toplumda benzer
şekilde tanımlanan bir kavramdır.
Toplumumuzda saçını süpürge eden, ömrünü çürüten hep
annelerimizdir ve bu bizim normalimizdir. Kimse annelerimizin de bir birey
olduğunu ve onların da kendilerine ait farklı rol ve duygu durumları olabileceği
düşünmez.
Anne, annedir işte ve ona biçilen annelik rolü yaşamının
tamamını kapsamalıdır. Bu zamanla annenin rolü giyerek toplumun onayını alması
ve rahatlaması fakat kendine yabancılaşması ile son bulur.
Kaçınılmaz olarak yaşamın diğer alanları süner, piyanonun
aynı tuşlarını kullanmaktan o tuşlar aşınır ve hep aynı melodi yaşamın sesi
halini alır.
Bu tını çocuğa ve ailenin diğer bireylerine çoğu açılardan
iyi gelirken, anne sıkışıp kaldığı rolden çıkamamış, gerçek kendiliğini inşa
edememiş, kendine ve çevreye sinsice yabancılaşan bir bireye dönüşmüştür.
Kendini var edememiş ebeveynler, üstü kapalı
faturalandırdıkları geleceklerini de çocuklarına biçerler.
Döngü böylece devam eder.
Kadın, sadece anne olmayarak iyi bir anne olabilir. Bu
ironik gerçek doğrultusunda kendini var ettiği kadar evlatlarına pay düşer ve
bu bağlamda bakıldığında annelik zor zanaattır.
Boşanmış ailelerin çocuklarında ise anne imgesinin çocukta
ki ışık ve gölge taraflarını çocuğun görüştüğü diğer tarafın söylem ve
eylemleri de etkiler.
Bu kadar çok değişken altında ki küçük bireylerin kişilik
oluşumları ve annenin durumu, kaç cephede savaşması gerektiği takdire şayan bir
durumdur ki aynı sebeple kadınlar şu tümceyi çoklukla sarf eder;
Çocuklar var boşanamam.
Bu, şiddet görmelerine, çocuklarının şiddet görmesine rağmen
var olmanın yükünden kurtulamayan çünkü var olmanın hafifliğini dayanılmaz
bulan kişiler yetiştiren toplumlarda büyütülmüş olmanın sonucudur.
Toplum dinamikleri böyle işlerken kadının yerini tekrar
sorgulaması ve kendi varlığını var ettiklerinden ya da edeceklerinden önce
onaması gerekmektedir. Evliliğin kurtuluş olduğu öğretilen içi boş kadınlar
yetiştirmeye devam ettiğimiz sürece aynı neslin devamı olan kof çocuklara da
hazırlıklı olmamızda fayda var.
Değişim kaçınılmaz biçimde şimdinin ve geleceğin
annelerinden gelecektir.
Önce kendini var et ki hayat verdiğin, gözünden sakındığın
varlığa da daha iyi bir varlık miras bırakabilesin.
Yazı bitmedi gibi görünüyorsa doğrudur, devamını ben değil
anneler yazacak.
Uzm. Psk. Esra Erdoğan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder