Zaman zaman kişilik
bozuklukları üzerine düşünmeyi seviyorum. Neden bu noktada olduklarını, tüm
kuram ve öğretilerden bağımsız olarak anlamaya, saf empati yapmaya
kalkışıyorum.
Olmuyor tabi… Bu hiç de kolay bir şey değil. Tüm öğrendiklerinizi silemezsiniz.
Benim de bir psikoterapist olarak onca yıl yüklendiğim bilgi birikimim var ki
belki de bu zannedildiğinin aksine iyi bir şey olmayabilir.
Kişiye sadece insan gibi yaklaşımı engelleyen bir mesleki deformasyon da
olabilir. Bunların tamamı mümkün iken ben kişilik bozukluklarına kendi
penceremden, mesleki bilgimi (deformasyonumu da) elime alarak bakmaya karar
veriyorum.
KİŞİLİK, öyle bir olgu ki aslında kategorize edilemez ama deformasyonları
kategorize edilebiliyor ya da son olarak DSM-5 de sunulmuş olduğu gibi ki ICQ
da bu işe çok önceden el atmıştır, öyle olduğu var sayılıyor.
İnsan tekil bir varlıkken ve de tikel aynı zamanda da ihtiyaçları açısından
tümel…
Kişiliği kategorize etmek mi?
Çok içime sinmese de edelim bakalım,
Bir insanın yaşam biçimi, ona özgü psikolojik özellikleri, bilinçli ya da
bilinçdışı tüm davranış örüntülerine ve düşünce kalıplarına kişilik diyoruz.
Dolayısı ile düşünce kalıplarının yanlış oluşması beyindeki nöronal ağların
oluşumunu etkiler ki bununla birlikte öğrenme şemaları, duygulanımı, karar
mekanizması, yaşama becerileri de domino etkisi ile tetiklenir.
Örnekleyelim,
Çocuğun sorusu 2,5 yaş civarın da anneden ayrışma istemi ile “Ben kimim?”
olayına dönüşür.
Ayrışma sancılı bir durumdur çünkü çocuk o zamana kadar annenin davranışlarına
göre kendisini anlamlandırmıştır.
Burada ki anne sözcüğünü “bakım veren” anlamında kullanıyorum.
Anne tutarsız, çocuğa rağmen davranışlar sergiliyor, ikide bir çocuğu
değersizleştiriyor ya da çocuğa suçluluk yüklüyor ise bu dönemde çocuk bağımsız
hareket etmek istediğinde anne otur, sus, yapma gibi sözcükleri lügatınde ilk
sıralara eklemiş ise çocuk kendilik gelişiminde sekteye uğrar. Annenin
gözlerindeki dengesiz, ilgisiz ya da şartlı sevgi yansıması çocuk tarafından
içselleştirilir. Çocuk kendi aynasındaki gerçek yansımasını keşfetmek yerine
annenin gözlerini ayna olarak kullanmaya devam eder ve annenin onu nasıl
gördüğünü zannediyorsa, o kişiye dönüşür.
İşte kendilik algısı böyle oluşan çocuk ileride bir bireye dönüştüğünde kendini
gerçekleştiren kehanet gibi annenin ona davranış stilini yansıtan, gerçek
kendiliği hiçbir zaman inşa edemeyecek olandır.
Çocuk kendini anneden ayrıştıramamıştır ki gerçek kendiliğini inşa edebilsin.
Tabi kişilik bozuklukları bu kadar basite indirgenemez; çevrenin, travmaların
ve mizaç özelliklerinin hatta bazı kişilik bozuklukların da - borderline,
narsistik, şizotipal gibi - kalıtımın etkisi de olduğu son araştırmalarla
bilinmektedir.
Kişiliğin çekirdekleri 0-3 yaş arasında oluşmak ile beraber ergenlik ve genç
yetişkinlikte ilk belirtiler açığa çıkmaya başlar, teşhisi ise 18 yaşından
sonra konulabilir.
Buradan yola çıkarak bakıldığında, zihinsel gelişimin etkilenmesi - yürütücü
motor işlevler - bilişsel gelişim ve duygu merkezlerimizin etkilenmesi ile
0-3/0-5 yaş aralığı kişilik temellerimizin oluşması söz konusudur.
Kişilik bozukluklarının çekirdeğinin pre-ödipal ve ödipal yani bebeklik ve ilk
çocukluk dönemlerinde atıldığı düşünülür, lakin dönemsel olarak incelendiğinde
çocuk aynı bakım verende kalıyor ise her dönemi aynı bakım veren ( anne ) ile
geçirecektir.
Yani bir dönemdeki kırılma diğer dönemlere de taşınırken telafisi olmayacaktır.
Tüm kişilik bozuklukları hafif, orta, ağır diye kendi içlerinde ayrılırlar ki
bozukluğun şiddeti bu mevcut durum ile çocuğun baş edebilme becerileri, zekâ
seviyesi, dış şartların destekleyici olup olmadığı ile yakından ilgilidir.
K. Heinberg, Masterson gibi kuram bilimciler ile tam olarak örtüşmese de ben
böyle bakıyorum en azından.
Bu yazımda BORDERLİNE, NARSİSTİK ve ŞİZOİD kişiliklerden bahsedeceğim.
Bahsedeceğim bahsetmesine de şimdi okurken kendinizden bir parça bulup,
üniversite yıllarında bizim düştüğümüz hataya düşmenizden korkuyorum.
Lütfen kendinize teşhis koymayınız.
Çünkü kişilik bozuklukları en tecrübeli terapistleri bile yanıltacak kadar
girift yapılanmalardır ki bazıları bir arada da bulunabilirler (obsesif ve
paranoid yapılanmalar gibi).
Bu vesile ile kendimizden bir parçayı ya da birkaç parçayı yazılanlara uygun
bulduk diye hemen yaftayı yapıştırmamızın kendimize haksızlık olacağını da
söylemek isterim.
Birkaç cümle ile atıflar yaparak devam edelim
BORDERLİNE; SENDEN NEFRET EDİYORUM, BENİ BIRAKMA tarzında ki yaklaşımı ile
karar verme mekanizmasındaki bozukluğu ve terk edilmeye karşı tolerans
geliştiremediğini açıkça ortaya koyar. Yalnız kalmaya da aynı oranda
dayanıksızdırlar. Renkli kişilikleri ile aranılan insanlardır. Su gibi
karşılarındaki kişinin kabını doldurabilirler ancak kendi kapları diğeri
olmaksızın boştur.
Bırakılma ya da terk edilme düşüncelerine bile katlanamaz, ilişkiden ilişkiye
atlayabilirler, sadece biri olsun diye ve içindeki boşluk duygusu ile
yüzleşmeye dayanamadığından bunu dışarıdan birileri ile doldurmaya çalışır ki
çocuklukta muhtemel taciz öyküsü - şart değil - vardır. İntihar eğilimleri,
kısa süreli bilinç karışıklığı ve aşırı zorlantı dönemlerinde psikoza girip,
çıkmalar görülebilir.
Bu bozuklukta kalıtımsal yatkınlıktan da söz edilirse de iki uçlu duygu durum
bozukluğu ile karıştırmamak gerekir.
NARSİSİSTİK;
Narsist ya da narsisistik kişilik kendi içinde devalüe edici ya da yüceltici
tutumlar sergilese de ana cümlesi şudur; GELİN BERABER BENİ SEVİP, TAKDİR
EDELİM.
Eğer sevilip, takdir gördükleri bir işleri ya da hayatları varsa buradan doyum
elde etmek sureti ile mükemmeliyetçi yapılarını sürdürebilirler. Narsistik
kırılma yaşadıklarında ise borderline gibi ortalığı birbirine katmaktansa
kabuklarını onaracak süreyi kendilerine tanıyıp, tekrar piyasaya çıkarlar.
Empati kurma ve realiteyi anlama kendilerini koydukları büstten aşağı bakarak
yaşadıkları için fazla gelişkin değildir. Bu nedenle gerçek kırılmalar 40lı
yaşlar ve üzerinde yaşanır. Kendilerinden başkası ile ilgili olmadıklarından
diğerlerinin gözünde nasıl göründükleri önemlidir, bu önemi kaybetmeye
dayanamaz, hemen başka aynalar bulurlar. AYNALANMA ihtiyaçları giderilmezse,
psikoza girebilirler. Ağır formları genellikle füzyonda yaşar. Realiteyi kendi
grandi öz bakış açısına uydurur ve saptırır. Böylece zeytinyağı gibi suyun
üstünde kalmayı başarmaya çabalayıp dururlar.
ŞİZOİD; MESAFEYİ BEN
AYARLAMALIYIM,
YOKSA ya KAYBOLUR ya da
YANARIM.
Şizoid yapılanmalar, ne çok yakın ne de çok uzak bir duruş sergilerler.
Bu yaşadıkları şizoid dilemma yüzündendir. Kendilerini diğerlerine göre optimal
mesafede tutmak zorunda hissederler. Eğer çok yakınlaşırlar ise duygularının
ortaya çıkacağı, bu yoğunluğa dayanamayacakları ve diğeri tarafından nasıl
algılanacakları kaygısı taşırlar. Diğer taraftan çok uzak bir duruş
sergilemekte onların dünyadan kopmalarına ve şizoid bir uzaklaşma adeta algı
bozukluğu yaşamalarına sebep olabilir ki bu durumda kendileri ve diğeri ile
uzlaşmaları zorunludur. Mesafe ayarını şizoid yapılanmada bu denli önemli kılan
da onlara soğuk ve yalnız bir hava katan da aynı içsel kopuş ve yanma
tehlikesidir.
Her yalnız şizoid değildir ama her şizoid (intrapsişik dünyasında) yalnızdır.
Kişilik bozuklukları üzerine bir kitap yazılsa bile dahasını isteyecek kadar
derin ve farklı açılardan bakılabilecek bir konu aslında,
Burada bir ES vermek istiyorum… RA ile devam sözü vererek tabi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder