UZM. PSİKOLOG ESRA ERDOĞAN
6 Mayıs 2024 Pazartesi
19 Şubat 2023 Pazar
18 Temmuz 2022 Pazartesi
Maskeli Balo
Sahte
zamanlardan geçiyoruz, hepimiz çıkartmaya korktuğumuz maskelerimizle yaşıyoruz…
Biz
hangisiyiz; yüzlerimizde ki gülümsemenin yapıştırılmış hali altında ki ağlak suratlı
çocuk mu, yoksa bazen gülümseyen, oynayan, öfkelenen, sevinen, iyi kötü
yanlarıyla kendini kabul eden ya da yadsıyan ben mi?
Personalar,
egolar ile uyumsuz olduğunda arafa düşer insan, inandığı ile yadsıdığı aynı
yöne düşerse kayıp olur, gitmek istediği ile hayatın kolaylaştırdığı yol aynı
ise mesele yok lakin değilse kendini kandırarak yaşamak kaçınılmaz sonuca
götürür; önce araf sonra da cennet bildiği yerin cehennem olduğunu fark etmek…
Bu bile
büyük şans; fark etmek
Fark etmek
sana yeniden başlama gücünü verebilir. AL ONU ve KULLAN.
Bu sefer
maskesiz yaşa ki aynada gördüğün kişi sen olasın.
İşe geldiği
gibi değil adil bir yaşam sürmek için yeniden başlamak…
Duymak ve
görmek istediklerini selektif ve yanlı bir bakış açısı ile çözer ve bunu fark
eden yanını da bastırmaya devam edersen, cehennem sana gelir ve sen yok saysan
da sorunu hayat adildir.
Kaçtıklarına yakalanacaksın,
bastırdıkların tarafından baskılanacak, yok saydıkların tarafından
yoklanacaksın.
Ya kendin
olacak ya da kendini içten içe çürüterek yaşayacaksın; her halükarda acı senin
acın, mutluluk senin mutluluğun olacak ve aradaki makası kapattığın zaman
dinginliğe yakınlaşacaksın.
Maskesiz
yaşamak mümkün değil belki lakin içsel çocuğunuzla uyumlu minik bir maske de iş
görebilir.
Olmaktır
makası kapatmak;
Objektivite
insanın doğasına bire bir uyumlu değildir aslında; ister istemez kendi bilgisi,
tecrübesi, zihni kadar bakar insan ve en çok da kendine kör bakar.
Kısaca kişi
diğerlerine bakmadan kendine bakmayı öğrenmek zorundadır.
Kendini
bilmeyen deve başkasının hörgücü ile uğraşır dururJ
Esra Erdoğan
8 Ekim 2021 Cuma
KURU DAL ve KARNAVAL
Zamanın birinde yaşlı kadın ve oğlu kasabaya gelen karnavalı
ziyaret için göle yakın araziye doğru yola çıkarlar.
Vardıklarında kadın arazinin gevşek olduğunu görüp, elindeki
kuru dal ile yokladıktan sonra, evlat daha ileri gitmeyelim buranın altı
bataklık der.
Delikanlı, karnavalın büyüsüne kapılmış çoktan yolu
yarılamıştır bile…
Kadın kıyıda bekleyedursun, genç akşama doğru geri döner ve
anne ben âşık oldum der.
Sonra ki günler, karnavaldaki dansçı kıza âşık olan oğlunu
beklemekle geçer durur.
Delikanlı bir gün akşam vakti ihtiyar annesinin yanına gelip, '' Artık burada yaşayacağım, beni bekleme '' der ve ilave eder, ''Senin de gelip bu insanlarla tanışman, hemhal olman ve vaktinin çoğunu benimle geçirmendir doğrusu, böyle icap eder'' der.
Kadın kısık bir sesle ''Altı bataklık yavrum'' dedikten
sonra bir adım geri çekilir.
Gel zaman git zaman yaşlı ana bataklığın bittiği yerde ki kuru
kayaya çadırını kurar ve beklemeye başlar.
Oğlan bir gün gelir ve sitem eder.
''Sen beni bıraktın ana, benim seçtiğim hayata saygı duymalı
ve yanımda kalmalıydın.''
Anası elindeki değneğe dayanarak, ''evlat'' der;
''Ben seni bırakmadım, birinin kuru karada kalması gerekliydi.''
''Sen tabi ki seçtiğin hayatı yaşayabilirsin lakin ikimiz de
karnavalda eğlenirken bataklık tabiatına uygun davranmaya karar verirse, Sana
bu dalı kim uzatacak?''
Esra Erdoğan
26 Eylül 2021 Pazar
ACIYOR ANNE?
Ne kadar çok telaffuz ederiz ANNE… Annemiz terliği
fırlattığında bile ‘’Acıyor anne’’ diye ağlayışımızda hiçbir terslik yoktur.
Neden olsun ki hep o ilk bağlantı kurduğumuz nesneye
döneriz, sığınmak istediğimiz her an.
Anne çoktan ölmüş ya da gerçek annemizi hiç tanımamış da
olabiliriz lakin hep bir anne vardır.
Olmak zorundadır.
Baba, nine, bakım evinde ki bir kadın, dede, bize bakan
teyze, kendimize yakın bulduğumuz kişiyi anne yerine koyarız.
Anne= Bakım veren ve yaşama tutunmamızı sağlayandır.
İleri ki yaşamımızda da onun yerine ikame edecek başka rol
modelleri hayatımıza alır ve çıkarırız.
Ama anne bizde ki öz hali ile toprak altından bile seslenip,
hayatımıza yön veren olarak yaşamaya devam eder.
Nedeni mi?
Asıl olan annenin gerçek varlığının yorumlanmasından ziyade
bizde ki izdüşümü ile tasarımlamamızdan kaynaklanır. Onun bizde ki tasarımı ise
sadece annenin hal tavır ve duygu aktarımının tasarrufunda değildir.
Kafanız karışmasın;
Anne sosyolojik olarak yüzyıllardır her toplumda benzer
şekilde tanımlanan bir kavramdır.
Toplumumuzda saçını süpürge eden, ömrünü çürüten hep
annelerimizdir ve bu bizim normalimizdir. Kimse annelerimizin de bir birey
olduğunu ve onların da kendilerine ait farklı rol ve duygu durumları olabileceği
düşünmez.
Anne, annedir işte ve ona biçilen annelik rolü yaşamının
tamamını kapsamalıdır. Bu zamanla annenin rolü giyerek toplumun onayını alması
ve rahatlaması fakat kendine yabancılaşması ile son bulur.
Kaçınılmaz olarak yaşamın diğer alanları süner, piyanonun
aynı tuşlarını kullanmaktan o tuşlar aşınır ve hep aynı melodi yaşamın sesi
halini alır.
Bu tını çocuğa ve ailenin diğer bireylerine çoğu açılardan
iyi gelirken, anne sıkışıp kaldığı rolden çıkamamış, gerçek kendiliğini inşa
edememiş, kendine ve çevreye sinsice yabancılaşan bir bireye dönüşmüştür.
Kendini var edememiş ebeveynler, üstü kapalı
faturalandırdıkları geleceklerini de çocuklarına biçerler.
Döngü böylece devam eder.
Kadın, sadece anne olmayarak iyi bir anne olabilir. Bu
ironik gerçek doğrultusunda kendini var ettiği kadar evlatlarına pay düşer ve
bu bağlamda bakıldığında annelik zor zanaattır.
Boşanmış ailelerin çocuklarında ise anne imgesinin çocukta
ki ışık ve gölge taraflarını çocuğun görüştüğü diğer tarafın söylem ve
eylemleri de etkiler.
Bu kadar çok değişken altında ki küçük bireylerin kişilik
oluşumları ve annenin durumu, kaç cephede savaşması gerektiği takdire şayan bir
durumdur ki aynı sebeple kadınlar şu tümceyi çoklukla sarf eder;
Çocuklar var boşanamam.
Bu, şiddet görmelerine, çocuklarının şiddet görmesine rağmen
var olmanın yükünden kurtulamayan çünkü var olmanın hafifliğini dayanılmaz
bulan kişiler yetiştiren toplumlarda büyütülmüş olmanın sonucudur.
Toplum dinamikleri böyle işlerken kadının yerini tekrar
sorgulaması ve kendi varlığını var ettiklerinden ya da edeceklerinden önce
onaması gerekmektedir. Evliliğin kurtuluş olduğu öğretilen içi boş kadınlar
yetiştirmeye devam ettiğimiz sürece aynı neslin devamı olan kof çocuklara da
hazırlıklı olmamızda fayda var.
Değişim kaçınılmaz biçimde şimdinin ve geleceğin
annelerinden gelecektir.
Önce kendini var et ki hayat verdiğin, gözünden sakındığın
varlığa da daha iyi bir varlık miras bırakabilesin.
Yazı bitmedi gibi görünüyorsa doğrudur, devamını ben değil
anneler yazacak.
Uzm. Psk. Esra Erdoğan