BİRBİRİNE YAKLAŞAN CİNSİYETLER Mİ OLUŞACAK?
Carl Gustav Jung, Freud'un cinselliğe fazla önem
verdiğini düşünerek farklı bir kuram
üzerinde çalışmalarını
yürütmüştür.
Benlik
teorisi adını verdiği kuramı o zamana kadar gelmiş
geçmiş kuramları alt üst
edecek nitelikte ilginçlik sergiler.
bilinçdışımız ile doğduğumuzu
varsayar.
Jung sanıldığı gibi boş bir zihin ile değil doğuştan
arketipal Arketipal
bilinçdışı en belirginleri anima, animus,
gölge ve persona olan arketiplerden
oluşur ki bunlar kuşaklar
boyu aktarılmış ve insanlık var olduğu sürece de
aktarılmaya
devam edecektir.
Animus kadının
içinde ki eril(erkek) yön, anima da erkeğin
içinde ki dişil (kadın)yöndür.
Her
birimizin içinde kadınsı ve erkeksi duyguların olması da
bundandır. Toplum da
erkeğe ve kadına atfedilen roller
değiştikçe kuşaklar da ki öğrenme ve kodlanma
da değişmekte
yeni ve farklı bakış açıları ile birbirlerine haklarını kabul
ettirmek isteyen kadınlar ve erkekler arasında ki çatışma da
yoğunlaşmaktadır.
Kadın
şartlar zorlaştıkça ve erkeklerin dünyasına girdikçe, rol
paylaşımı
eşitlendikçe, animusu daha çok
kullanmaya
bilinçdışı arketipal kayıtlara daha çok baş vurmaya
başlamıştır.
Erkekse kadının değişimi ile birlikte çocuk ve evin
sorumluluğunu paylaşmaya ve daha çok empati yapmaya
zorlanmıştır ki bu da
animayı daha çok kullanmasını gerekli
kılmıştır.
BİRBİRİNE
YAKLAŞAN CİNSİYETLER Mİ OLUŞACAK?
Buraya kadar
anlatılanlar tam olarak bu anlama gelmese de
erkek ve kadının çağların yönlendirmesi
ve toplumun şimdiye
verdiği destekle gittikçe daha yakın kimlikler
geliştireceğini
düşünüyorum.
Hayat
şartlarının zorluğu, kadınların çağlar boyu ezilmesi,
varolan güçlerini kullandıkları
halde hiçe sayılmaları erkek
egemen bir toplum da varlıklarının tehdit altında
olduğunu
nesiller boyu aktarmış ve bu nedenle animusu bilemiştir.
Öne çıkan
erkeksi özellikler kadınların kendilerini daha
güvende ve güçlü hissetmelerini
sağlarken, kopup gitmekte
olan kadını anlama ve eşsiz kalmama çabası da erkeği
animayı
yani içinde ki dişil yönü kullanmaya itmiştir. Bu erkeğe
empati, yardım
, sağduyu ve sevgiyi ifade edebilme özelliklerini
katmıştır ki çocuklarına daha
iyi bir baba olabilmek de
bundan hariç tutulamaz.
Erkekle
kadının rolleri birbirlerine yaklaşıyormuş, hatta
değişiyormuş gibi görünse de
durum tam olarak böyle değildir.
Bilinçdışımız
enteresan biçimde üst bilince uyum yapabilecek
plastibiteye sahiptir ve bizi
yöneten bilincimizin sadece bir
parçasıdır.
Yönelimler
şartlara göre düzenlenir.
Bu da demektir ki Jung'un haklı olduğu
noktalar varken
Freud'u da yabana atamayız.
Çevrenin
bizi nasıl şekillendirdiği kadar genetik faktörlerin de
önemi yadsınamaz
büyüklüktedir.
Anlaşılan o
ki insan bir bütündür ve sadece bir tek kuram ile
açıklanamayacak kadar da deryadır.
Ancak şunu
da göz ardı etmemek gerekir ki yönelimlerin
şartlara insiye olmasının içinde
pek çok faktör ile beraber
kişinin var oluşunu koruma içgüdüsü de doğuştandır.
İlk hedef
canlı kalmaktır. İnsan doğası gereği doymak,
barınmak, özgür ve güçlü olmak, tam
kendiliğini oluşturmak
ister ki Maslow'un ihtiyaçlar pramitinin en zirve
noktasına
gelebilsin.
Bunları
yapmak isterken beyin olası bütün yolları tarar,
içinden zamana ve mekana en
uygun bulduğu önceden
tarafından ya da başkaları tarafından deneyimlenmiş kodlu
kalıbı devreye sokar ki bu kalıbın için de Jung'a göre çağlar
boyu aktarılan
bilgilerin de izlerinin olması kuvvetle
muhtemeldir.
Hangi
yönümüzü devreye sokarsak durumla daha iyi baş
edebiliriz? sorusuna beyin hemen
cevap verir.
Örn; iş
hayatı için de bir projenin kabul ettirilmesi gereken
rekabetçi bir
ortamdasınız ve rakipleriniz amansız ... Bu
durum da bir kadının animusu ister
istemez devreye sokması
onun lehinedir ki bilinçdışı (beyin) bunu zaten kendisi
ayarlar.
Bilinçdışını
uzak bir diyarda ki çağrışımlar gibi düşünmeyin
sadece o an da düşündüğümüzü
düşünmediğimiz lakin alttan
alta işleyen yolakların bir parçasıdır o ve
beynimizden başka
bir beyinde de değildir.
Bilinç bizim
bilincimiz olduğu kadar planlamadan planlayan
parçaları da bize ait bilinç
dışını oluşturur.
Korkularımızın
sebebi, karanlık yanımız, içimizde ki erkek ve
dişi, hatta gerçek kendiliğimizin
büyük bir bölümü bile orada
saklıdır.
Şimdi konuya
dönecek olursak, her iki cinsin bazı
özelliklerinin birbirine yaklaşması
kaçınılmaz olsa da ben bir
uzlaşma sağlanacağına ve kadının kadın, erkeğin ise
erkek
olarak kalacağına olan inancımı sürdürüyorum.
Buna
inanıyor olmamın nedeni, yüzyıllar sonra da kadınların
bir erkeğe, erkeklern de
bir kadına hayat arkadaşı ve sıkı
birer yoldaş olarak ihtiyaç duyacaklarını
düşünmemden ileri
geliyor.
Haklara
saygı duyulan, eşitlikçi ve empatik bir dünya umudu
ile erkek ve kadınlara
saygımla...
Uzm.
Psikolog Esra Erdoğan
www.esra-erdogan.com

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder